50
kemiğe bürünmüş bir yüzdür.
‘El Gazeli’
nde olduğu
gibi aşkının muhatabı somutla soyut arasında kimi
zaman ortaya çıkan kimi zaman kaybolan bir silu-
et gibidir.
“Ellerine sarın kalbimin içi”
diye seslendi-
ği kişi, el ile kalp arasında gidip gelen hayal-rüya
ve gerçeklik boyutlarında var olan bir sevgilidir.
“o
ayla boyanmış nar ellerine”
dizesinde de aynı durum
devam eder. Nar ellerin somutluğu ayla boyanmış-
lık betimlemesiyle birden hayali bir özelliğe bürün-
mekte. Eller âdeta tasavvur ve muhayyilede kayıp-
lara karışmakta. Aynı soyutlama bir gözden uzak-
laştırma biçimi olarak müteakip beyitlerde sürüyor:
“Bahar ellerine giydir düşleri/ Göksel şarkıları sar
ellerine
.”
İç içe geçmiş soyutlamalar bu dizelerde
metafizik bir patika bulup yoluna devam
ediyor
sanki:
“Bitirip şu kuru kara ekmeği/ göç etsem diyorum
yar ellerine”
Kaynağı dünyevi olan bir aşk kıvılcımı-
nı o büyük yangınların yatağına -yani geldiği yere
geri gönderme gayretidir bu. Kara kuru ekmek bu
dünyada yola çıkmadan evvel bitirmeye çalıştığı-
mız ömrümüzdür.
Sevgi sözcüklerinin adresi neresi olursa olsun sözün
samimiyeti sözün muhatabını aramayı hükümsüz
kılıyor. Sevginin öznesi Tanrı ise şayet bu samimi-
yet (harbilik ve içtenlik) Tanrı-Şair ilişkisini bir baş-
lık altında incelemeye değecek denli esrarlıdır. Yok,
eğer peygamberimize olan muhabbetin coşkusuyla
tezahür eden dizelerse bu da şairin hâline denk dü-
şen bir esrimenin şiiri kendine dil olarak seçmesidir.
“Sen attın bilmeden kuyuya taşı/ Dinemez yankısı mahşer-
de bile”, “Bir kutsal emanet gibi sır gibi/ ve bir ayıp gibi