111
katında aynı zamanda lojman olan daireyi birlikte
paylaşmışlardır.
Gece yarılarına kadar süren o muhabbetli günleri
biraz neşe ve sürur, çokça hüzün ve melal ile yad
eder Akif İnan. Hatırada kalan şeyin zamanla de-
ğişmeyeceğinin bir göstergesi gibidir anlattıkları:
“Saraçoğlu’ndaki lojmanı düşünüyorum. Hiçbir mefru-
şatı olmayan bir evdi bu. Birkaç tabure ve bir seccadeden
ibaretti oturduklarımız. Haftada birkaç gecemiz geçerdi
bu evde. Ben daima seccadeye “Buyur” edilirdim. Üstad
Nuri Pakdil’in ince ve coşkulu, “Akif bizim ağamızdır, o
şöyle buyursun, rahat etsin.” nüktesine uyarak oturur-
dum seccadeye.
Nuri Pakdil’in gönlü, benim sandalyede hatta koltuk-
ta bile oturmama razı gelmezdi. Ona göre benim yerim,
çevresi yastıklarla donatılmış bir divandı. Evindeki divan,
benim klasik yerimdi. Benim yan gelip oturuşum, mutlu
kılardı Pakdil’i. Bir de yemek yiyişime biterdi Pakdil. Hele
hele tatlı yememe. Beni tıka basa doyurmaktan, çocuklar
gibi sevinirdi. Yemekten kalkınca, bin bir ısrar ve latife-
lerle baklavacıya taşınırdık. Her birimize birer porsiyon
hâlinde ayrı tabaklarda getirtmezdi baklavayı. En az bir
kiloluk baklavayı bir tabağa koydurtur, kendisi ucun-
dan kıyısından ancak birkaç dilimciği alıverir, hepsini
bana yedirtirdi. Israrla, şakayla, nükteyle; “Bir şey değil
Akifçiğim, şifadır inşallah, haydi bismillah, sünnetleyi-
ver bu kadarcığı. Arkasından madensuyu içeriz.” Fethi
Ağabey’in evinde divan olmadığı için, seccadede idare
ederdik. Yiyecek olarak da meyve bulunurdu. Kap kacak
bulunmazdı Fethi Ağabey’in hanesinde. Erdem Bayazıt,
gıcır gıcır yıkadığı meyveleri bir kova içinde getirirdi