95
buradaki tabutlar içinde yatmaları, Naci’yi ürpertir.
Onların çaresizliğine şaşar:
‘Her biri bilmem kaç ölü-
nün yağını emmiş, kokusunu yutmuş tabutlara nasıl gi-
rilir ve uykunun rahatı nasıl orada aranır?’
Avrupa’da, Belmâ’dan kaçıp sığındığı kenar
mahalledeki otel odasının döküntü hâli, otelin ken-
disiyle uyum içindedir.
Odadaki konsol, suratı çarpık olarak tasvir edilir:
‘Çekmecelerinden bir tanesinin bir ucu içeriye batık,
bir ucu da dışarıya fırlak... Kapatılırken ters sıkıştı-
rılmış...’
Naci, Hatçe’yi köyde toprağa verdikten sonra, köş-
ke dönerken yanında Hatçe’nin taş bebeğini de ge-
tirir ve bu bebeği, çalışma odasında, ‘etajerin tepe-
sine asılı, çerçevesi sedefli büyük aynanın karşısı-
na’ oturtur. Nefsiyle ve şeytanla mücadeleye karar
verdiğinde bu bebek, dudakları üzgün bir biçimde
kendisine bakmakta, sanki hâline acımaktadır. An-
cak, nefsini mağlup etmesinin ardından baktığında,
bebeğin aynadan kendisine tebessüm ettiğini görür.
Naci’nin çalışma odasındaki aynalar da önemlidir.
Naci, aynalarda kendi kendini seyreder. Onun kar-
şısında insanın yaşadığı gerçeği ve yalanı görür:
‘İnsan... Yüzünü bile tam görebilmekten âciz mahlûk...
Öyle ya: aynada sağ sola ve sol da sağa geçtiğine göre
gördüğü tam kendisi mi? Ancak birbirimizi görebiliyor
yahut gördüğümüzü sanıyoruz. Bir eksiğin daha büyük
ek
siği de aynada tecelli ediyor. Aynada, yahut bütün mü-
cellâ satıhlarda... Demek kendimizden bile gizlenmişiz...’
Bu sözlerle, romanın adı arasındaki bağ da rahatlıkla
kurulabilir. Aynada sadece görüntü yer almaktadır.