94
fi, mekânın görüntüsünden önce ruhuna yönelmiştir.
Mekândaki sadelik de dikkat çekicidir:
‘Misk gibi müslüman kokan, sanki sabunla çitilenmiş cılk
tahtalar üzerinden geçip, avlunun yarısı kadar, fakat ge-
niş bir apartman dairesinden daha büyük bir odaya girdi-
ler. Odanın derinliğine ve genişliğine üç çizgisi üzerinde,
nal şeklinde, halılarla kaplı bir sedir çerçevesi... Patiska
perdeli pencereler ve kapı tarafında rafları eski meşin ciltli
kitaplarla dolu bir etajer...’
Necip Fazıl’ın mekân tasvirlerinde mekân-insan ve
mekân-eşya ilişkisine yönelik tasvirlere de önem
verdiği görülür. Bunlarda mekânla aynîleşme kadar,
mekânla uyumsuzluk da söz konusudur.
Naci için Belmâ’nın yalısı bir çekim merkezidir. Av-
rupa’dan döndüğü günlerde bu yalıya başka anlam
yüklemeyi başardığını fark eder:
‘Her defa görmemek için başını ters tarafa çevirdiği yalıya,
şimdi dikkatle ve boş gözlerle bakabildi. Panjurlar ve rıh-
tım kapısı açılmış, hizmetçiler temizlik yapmakta... Naci,
bunca yalı arasında bir tanesi diye bakabildiği yalıyı uzun
uzun süzerek dudaklarını kıpırdattı:
- Şimdi anlıyorum ki, kurtulmuşum...’
Mekân-insan ilişkisindeki uyumsuzluğu anlatan
örneklerden biri, köydeki caminin tabutluk kısmı-
na aittir. Naci, askerleri kontrol ederken burada bir
mum ışığı görmüş ve merak edip gelmiştir. Onbaşı,
çavuş cinsinden bazı askerlerin, diğer arkadaşla-
rıyla birlikte camide yatmak yerine, özel bir kama-
ra lüksü içinde, postallarını başlarının altına alarak