- 18 -
SU GİBİ AKAN
GENÇLİK YILLARI
Semavi EYİCE
Sonra müracaat ettik Ankara’ya. O zaman öyle her kafasına
esen gidemiyordu yurt dışına. Atatürk Anadolu gezilerine
çıktığında, Osmanlı, Selçuklu camii ve eserlerinin harap ha-
lini ve antik kazılarda da hep yabancı uzmanların çalıştığını
görmüş, İsmet İnönü’ye “Bu alanlarda çalışacak gençler ye-
tiştirilsin, gerekirse Avrupa’ya gönderilsin” diye talimat ver-
mişti. 1943 Haziran ayında mezun oldum Galatasaray’dan.
Birkaç ay bekledik. Sonunda izin geldi. Pasaport işlemlerini
yaptırıyorsunuz, beraber yemek götürülecekse onlar için de
izinler alıyorsunuz. Yola çıkarken dört tane bavulum vardı. O
zaman ekmek bile karneyle! Annemler evde ekmek yememiş-
ler, onları bile bavulun içine koymuşlar. Somun ekmeği, çay.
Siz bilmezsiniz, o dönem Türkiye’de çay yoktu. Bir adam çıktı
ve “Türkiye’de çay yetişir ve ben yetiştireceğim” dedi. Ali Rıza
Erten ve Zihni Derin’in çabalarıyla Türkiye’de çay üretilmeye
başlandı. Heykeli dikilecek adam onlar aslında. Savaş yılların-
da karneyle bir kilo çay almıştık. Sonra diş macunundan tutun
da fasulyeye kadar yiyecek vardı bavullarda.
18 Ekim’de Sirkeci garından saat 10.00’da kalkıyordu Almanya
treni. Annem, babam ve o zaman çok samimi olduğum
Galip geldi beni yolcu etmeye. O da enteresan bir çocuktu.
Suriyeli, Türk ama malları orada kalmış. Babaları orada kal-
mış. Oğlunu Fransız mektebinde yetiştirmiş, tüm çocukları-
nı Türkiye’ye göndermiş. Neyse, trene koydular, uğurladılar
ve tren kalktı. Bulgaristan müttefik olduğu için Türkiye’den
demiryoluyla Almanya’ya kadar gidebiliyordu. Aslında kısa
olan yol, Yugoslavya üzerinden geçiyordu ama o tren hattını