- 14 -
SU GİBİ AKAN
GENÇLİK YILLARI
Semavi EYİCE
İstanbul ve Bizans ile ilgilenen meslektaşlarıma göndermek
istiyordum, İstanbul üzerineydi. Sonra Karaman civarındaki
ören yerlerine dair bir kitap yazdım, ta Finlandiya’dan arkeo-
loglar bu kitabı istedi. “Sizin bir kitabınız varmış, lütfen bize
de bir nüsha gönderir misiniz?” diye. Postaladım. Bir süre son-
ra, karşılığında teşekkür olarak bana Finlandiya Arkeolojisi
diye bir dergi geldi. Finlandiya arkeolojisi beni ne ilgilendirir!
Orada da arkeoloji varmış, buzulların yüzeylerine dair. Pek
bir şey anlamadım, koydum kütüphanede duruyor. Bir gün
Japonya’dan bir Japonca kitap geldi. Allah’ın kulu, üzerinde
okuyabileceğim dilde bir şeyi olsun. Adı nedir, neye dairdir?
Sonra bir Japon’a rastladım ve sordum, neymiş diye. Anlaşıldı
ki bir grup Japon akademisyen Kapadokya’daki kiliseleri tet-
kik etmiş. Memleketlerine döndüklerinde yazdıkları kitaptan
bir nüsha da bana göndermiş. Brezilya’dan mektupla soru so-
ran bile oluyor.
İstanbul keşif gezilerimize dönecek olursak: Tabii biz artık
her cumartesi Ahmet’le İstanbul’u, cami ve eski kiliseleri
geziyorduk. Evdekiler de bizim çocuk olmamızdan dolayı
“Başınıza bir şey gelir” diye çekiniyordu. Ama hamdolsun, bir
şeyle karşılaşmadık. Bisiklet ve tramvayla İstanbul’u keşfe çı-
kıyorduk.
Muazzam bir tramvay şebekesi vardı o zaman İstanbul’da.
Sur içinde üç tane hat vardı: Eminönü-Edirnekapı, Eminönü-
Topkapı, Eminönü-Yedikule. Bu hatların arabaları bir tane
motris, bir de arkasında römorku vardı. Ama o ahali fakir ol-