- 25 -
SU GİBİ AKAN
GENÇLİK YILLARI
Semavi EYİCE
rini devam ettirebileceğini ilan etti. Hatta ağabeyimin mezu-
niyet tezi, soğuk hava tertibatlı ve motorlu gemi üzerindeydi.
Antalya’dan İstanbul’a muz taşımacılığı için düşünmüştü. O
zamanlar karayolu olmadığı için Antalya’nın meyvesi deniz
yoluyla İstanbul’a gelir, yolda da bozulurdu. Ben Almanya’ya
gittiğim gün ağabeyimin işi vardı, Berlin’de beni Mahmut adlı
arkadaşı karşılamıştı, Berlin Tren İstasyonu’nda. Her gece
bombalanıyor, Berlin’de kalmak mümkün değil. Berlin ile
Baltık Denizi arasında, Berlin’e 80 km uzaklıkta 7 bin nüfuslu
ufak bir kasaba vardı, Templin. Almanya’da inanılmaz derece-
de bir demiryolu şebekesi vardır. Oranın da Berlin’den gidi-
len ayrı bir treni vardı. Daha doğrusu Berlin’den Oranienburg
diye bir yere kadar şehir treni, metro işliyor. O son istasyon,
orada indikten sonra mahalli trene binmek lazım. Onlar da,
70 sene öncesinin köhne vagonlarını kullanıyor. Gece vakti,
karanlıkta biz indik. Tam karartma var, hiçbir şeyi görmüyor-
sun. Oranienburg’ta indim, öbür treni bekledim. O da eski de-
vir vagonlar, her kompartıman kapısı dışarı açılıyor, koridor-
da boydan boya gidemiyorsun. Şimdi ki vagonlarda iki kapı
vardır; biri önde, biri arkada. Orada kompartımanlar ayrı ayrı,
hepsinin kapısı dışarı açılıyor, 1890 modeli vagonlar. Onların
biri bizi kasabaya götürecek olan ilk istasyona geldi. Karanlıkta
benim bavulları trene koymaya çalışıyoruz. O arkadaşla şöyle
böyle koy derken, biri Türkçe olarak, “Burası boş burası boş!
Buraya koyun” dedi. Kim dedi, karanlık, kimse görünmüyor.
O zaman orada Türk yok, Türk işçiler daha gitmemiş. Kim
konuştu bu Türkçeyi? Yüzünü görmüyorum, neyin nesidir,
kimdir? Girdik vagona yerleştik. Kimse kimsenin yüzünü gör-