89
larına değinilerek Meşrutiyet Dönemi’nde bu has-
talığın İslamcılara da sirayet ettiğini örneklemelerle
ortaya koyuyor. Mesele oldukça derin ve bu hastalık
toplum olarak tüm bünyemizi sarmış durumda. O
hâlde ne yapmak lazım? Akif İnan bunu tek keli-
meyle açıklıyor:
“Hesaplaşmak!”
Aslında bu hesap-
laşma her ne kadar Batı ile kozları paylaşmak gibi
bir anlama geliyorsa da zımnen kendi içinde bulun-
duğumuz hâlin muhasebesini yapmaya bir atıf sa-
yılabilir.
Akif İnan sanki satırlar arasından değil de o tok
sesiyle adına geçmiş zaman denilen duvarın arka-
sından konuşuyor. Art arda iki soruyu, bir çiviyi
duvara çakar gibi beynimizin en hassas noktasına
çakıyor:
“Ve biz, iki yüz yıl evvel şu üstünde oturduğu-
muz arz kümesinin en büyük devletiydik. Şimdi sorabilir
miyim kaçıncıyız? Nasıl tükettik biz bu kadar serveti, şu
kadarcık zamanda?”
Hiç kuşku yok ki Akif İnan, keyfiyet yerine kemi-
yetle ilgilenseydi, memleketin derin yaralarıyla de-
ğil de kendi
bedenindeki çiziklerle meşgul olsaydı,
eylem adamı olmayı aklına getirmeyip yazdığı şi-
irlerin esrikliğine dalsaydı, eserleri hakkında daha
hakkaniyetle davranılır, çok önemli fikirleri sadece
ölüm yıldönümlerinde konuşulup geçilmezdi. ‘Din
ve Uygarlık’ kitabı bu anlamda nesillerin okuması
gereken temel kitap hüviyetinde bir çalışma.
AKİF İNAN’A GÖRE ŞİİR VE İDEOLOJİ
Akif İnan ideallerini ideolojiye dönüştürmeyen
adamdır. İdealler onda bir inanç ve ülkü olarak yaşar,