128
lemekte. Anlaşılıyor ki zındanın gediklileri. Yani
müebbetlikler. Sonradan öğrendim ki hapishaneye
ilk gireni zındana atarlarmış. Bu adamlar da girenin
durumuna göre para isterlermiş. Anlaşılan beni pek
gözlerine kestiremediler. Ses çıkarmadılar. Ellerim
cebimde çömelmiştim. Yüzümü dik
bir açıyla ır-
maktan yana çevirmiştim. Sonra ellerimi ceplerim-
den çıkardım. Parmaklarım kör bir adamınkiler gibi
yanaklarımı tırmalıyordu. Yanaklarım sanki bana ait
değildi. Bir zamanlar evin perdesini kaplayan, renk-
li küçük çiçekler iyice solmuş, zemine kıyasla biraz
daha silik görünüyorlardı. Gözüm görmese de ben
görüyordum. (...) Hapishane müdürünün bir gözü
kör. Zaten tek gözlülerle başım belada. Kör müdür
dedi ki, burası söğüt gölgesi mi, okuma yazma öğ-
ret, bilmeyen mahkûmlara. Olur, dedim, ‘yalnız te-
beşir, bir de kara tahta lâzım. Tahta ve tebeşir geldi.
(...) Allah’ın boyasıyla boyanmayanı icap ettiren bir
hikmettir. İçimde ve benim varlığım haricinde olup
bitenler. Karanlık şeritlerin darlığına alışmak ge-
rekiyor. Beni kurtarmayınız. Bu dünyada kurtuluş
yok. İnsanda uyandırdığı etkilere göğüs gere gere
kazanılmış, derinleşmiş dayanıklılık, gülümsemek-
le yetinip kendi yoluna gidiyor. Onu ağaçlık dağlar,
tepeden çağırıyor.”
Hastalığı ve Ölümü:
Yalnızlık Geldi Gırtlağımıza Dayandı
Alâeddin Özdenören, 26 Haziran 2003’te Balıkesir’de
vefat etti. Evinde, öleceğini bilerek ölümü bekleye-
rek öldü. Öldüğünde 63 yaşındaydı.