125
sonra taburcu edilip Balıkesir’e döndüğünde, cenaze na-
mazının, ikametgâhının bulunduğu semtteki Bahçelievler
Camii’nde kılınmasını istiyor. Beni bu caminin cemaati
tanır, diyor. İki yıl önce, yani 2001 yılı Ramazan ayında
teravih namazlarına o camiye devam ediyormuş. Bir gün
teravi namazı çıkışında, yanındaki kişilerden biri, madem
teravihlere bu camiye geliyorsun, sabah namazlarına da
buraya gel, demiş. Alâeddin de o günden sonra sabah
namazlarına oraya gitmeye başlamış. Cenaze hazırlığı
esnasında tanıştığımız imam, bize, Alâeddin’in sabahle-
yin namazdan sonra da camiden ayrılmadığını ve çoğu
zaman kalıp bir süre sohbet ettiklerini ifade etti. Hastalığı,
ilerlemiş bir safhada teşhis edilmesine rağmen, ağrısı
yoktu. Ancak yutkunması mümkün olmadığından, ilkin
midesine, sonra da boğazına sonda açıldı. Bunlar onu
rahatlattı. Kendisine bir defasında, acıkıyor musun, diye
sorduğumda, acıkmaz mıyım, dedi.
Benim ikiz kardeşimdi o. Bebekliğimizden başlayarak bize
ana babamız farklı muamele yapmadı. Birimize ne yap-
tılarsa ötekine de aynısını yaptılar. Ayakkabılarımız, el-
bisemiz, çorabımız hep bir örnek oldu. Bu yüzden onda
da bende de aslâ, ne birbirimize karşı ne başkalarına karşı
kıskançlık duygusu yer etmedi. Biz, ne birbirimizin ne de
başkalarının başarılarını kıskandık. Bilakis hem birbirimi-
zin hem başkalarının başarılarından mutluluk duyduk, o
başarıların sürmesi için destek olmaya çalıştık. Alâeddin’i,
bir, o son günde kıskandım: Yıkanmak üzere teneşire uza-
tılmış gördüğümde. Vakur ve muhteşem bir duruşu vardı
orda. 63 yıllık hayatımız esnasında, onu, yalnızca, o tene-
şirin üstünde uzanmış yatarken görünce kıskandım, niye
ben de orada değilim diye için için yanarak…”