138
Allah, Tandoğan’da ne işim var? Tekrar gerisin geri
Gima’ya doğru
yürüdüm. Ne olduysa sigarayı tu-
tuşturmak için rüzgâra sırtımı döndüğüm anda
oldu. Çakmak çaksaydı çoktan Gima’ya varmış, ar-
kadaşımı da bekletmemiş olacaktım.”
“O, çocukluğundan bu yana, benim gibi olmadı.
Benim doğaya her daim mesafeli duruşuma karşı-
lık, o, doğayı hep sevdi ve yaşadı. Ben hiçbir zaman
ağaca tırmanmaktan hazzetmezdim. O tırmanır-
dı. Tırmandığı ağacın dalından kendini yere atardı.
Oynadığı bütün oyunlarda gözünü daldan budak-
tan esirgemeden oynardı. Bense hep ihtiyatlı oy-
nardım. Zaman zaman kavga ederdik. Ben, canım
acımadan ona vurmaya kıyamazdım. Ama o sakın-
mazdı. Ceketini paltosunu oyun alanında unuttuğu
olurdu. Bundan beni sorumlu tutardı. Cep harçlığı-
nı kaşla göz arasında harcayıp bitirir ve daha son-
ra benim harçlığımı paylaşırdı. Kitabını defterini
katlayıp cebine koyabilirdi. Bu benim aslâ tevessül
etmediğim bir kitap kullanma biçimidir. Ben kita-
bın kaldığım yerine ayraç koyarım, o kaldığı yerin
sayfasını büküp kitabı kapatırdı. O çabucak arka-
daş edinirdi. Benim arkadaşlıklarım ağır ilerlerdi.
O pikniğe gider, dağa bayıra çıkar, arkadaşlarıyla
çadırda kalır, rutubetten, toprağın ıslaklığından
çekinmeden oraya sırt üstü uzanır, toprakta takla
atar, kendisiyle boğuşması için yanındaki arkadaşı-
nı dirsekleyip kışkırtırdı, bense böyle şeylere hiç ya-
naşmazdım. Ayakkabısını çabucak eskitirdi; çünkü
önüne gelen taşı top sanır, taşlara vura vura yolu-
na devam ederdi. Eve kavga etmiş olarak döndüğü
çoktur. Üstü başı kan revan içinde, ceketi pantolonu
yırtılmış gelirdi.”
“Alâeddin, bir Leylâ’sını oğlu Kerem’de yaşamaya