47
Ortaokul yıllarının tatillerinden birinde ilk şiirini
yazar. Yaz günlerinin ve Erguvani dağının getirdi-
ği ilhamla kafiyeli, vezinli, konusu ve başlığı Ergani
olan uzun bir şiirdir. Hiç düzeltme yapmadan, aklı-
na ilk geldiği gibi kâğıda geçirir.
Kimseye göstermeden yırtıp atar bu şiiri. Ancak, ak-
lında hep ‘ilk şiiri’ olarak kalır.
ON ÜÇ:
1947… Gaziantep’teki lise yılları… Lisede,
artık Batı edebiyatı okumaları da başlamıştır: Şeks-
pir, Andre Gide...
Çalışkan bir öğrencidir; ancak tek işi derslerine ça-
lışmak değildir. O sıralarda, Milli Eğitim Bakanlığı
klasik eserlerin çevrilmesine başlamıştır. Doğu’dan,
Batı’dan belli başlı eserler Türkçeye kazandırılmıştır.
Sonsuz bir heves ve sabırla bu eserleri hatmetmeye
girişir. Klasiklerden okumadığı, en azından göz at-
madığı, az çok bilgi sahibi olmadığı hiçbir eser bı-
rakmaz. Bir gün Türkçe öğretmeni, onu, arkadaşla-
rına işaret ederek:
“Bu arkadaşınıza dikkat edin çocuk-
lar, o, ilerde büyük adam olacak!”
uyarısında bulunur.
Yine durmaksızın okuyan ve artık idealleri olan bir
genç olarak
Büyük Doğu
’nun yılmaz bir takipçisidir.
Okul tatile girdiğinde, hemşehrisi ve sınıf arkada-
şıyla birlikte memlekete döner. Trende, İstanbul’dan
gelen bir tanıdıklarına rastlarlar. İsim vermeden bir-
kaç gün önce İstanbul’da bir hemşerilerinin vefat
ettiğini ve cenazesini kaldırdıklarını anlatır. Adam,
adres belirtmez ama tarif ettiği ev, onların evidir.
Sonra asker ağabeyini kaybettiğini anlar.
“Yüreğim
yanarak, kara trenin penceresinden uzun süre dağlara,