SU GİBİ AKAN
GENÇLİK YILLARI
Cihan AKTAŞ
- 168 -
Sanat her zaman bir yaranın telafisiyle ilgilidir, diye düşünü-
rüz. Yazmak, tedirginliğimi hafifletiyordu. Yazma sebeple-
rimizden söz etmeyi çok severiz. Hayır, yazmak ontolojiktir,
kaleme, klavyeye koşmamızın sebeplerini sonradan tanım-
larız biz. Disiplinler arası kaynaşmaya inansam da çok yön-
lü çalışmayı seven bir yazar olmadım hiç. Resim, mimarlık,
öğretmenlik… Giderek her şey elenecek ve yazı kalacaktı.
Cağaloğlu yokuşunu tırmanırken kendime ait İstanbul’u bula-
rak hayatımın dağınık parçalarını bütünlemeye çalışıyordum
sanırım. Valery, kendi kamusunu oluşturan şairlerden söz
eder. Kitaplarla hayatın öğreticiliğinde çözümlemeye çalıştı-
ğım dünya, bir saçma durum, rastlantı eseri, insanın fırlatıp
atıldığı yalancı bir cennet ya da bir cangıl değildi, olmaması
gerekirdi. Anlamı içimde geliştirip zenginleştirme sorumlulu-
ğu duyuyor,
Kuşeyri Risalesi
ve
Gariplerin Kitabı
gibi eserlerle
bana “Hayatı Bağışlayan” ile aramdaki dostluk ilişkisini geliş-
tirmenin yollarını arıyordum. Gazali’nin İhya-u Ulumiddin
ve İlahi Nizam kitaplarını bir süre okudum ve geri çekildim.
Okuduklarımı bir süzgeçten geçirecek donanıma sahip de-
ğildim henüz. Gazali’nin bir kadın için sunduğu yolu haya-
tın talepleriyle bağdaştıramıyordum. Dünyadan el etek çeke-
mez, eve kapanamazdım. Aile terbiyesi, yatılı okul ve giderek
de mimarlık öğrenciliği disiplini inançla öğrendiğimi ihmal
etmeden hayatımda gerçekleştirmeye sevk ediyordu beni.
Edebiyatın kötücül olması gerektiğine dair iddiaları benimse-
miyor, çok yönlü okumayı sürdürüyordum. Refahiye’deki ki-
tapçı dükkanı, yatılı okuldaki kütüphane ve nihayet İstanbul’da