SU GİBİ AKAN
GENÇLİK YILLARI
İsmail KARA
- 158 -
Ağabeyim Mustafa da Babaeski’de yedek subay olarak asker-
liğini yapıyordu. Kısa bir müddet sonra satır aralarında hü-
zün, hasret, hayret ve haşyetin
23
dolaştığı bir mektup çıkageldi.
İçinde Ahmet Kabaklı’nın 13 Temmuz 1975 tarihli
Tercüman
gazetesindeki “Nurettin Topçu” yazısının kupürü de vardı.
Üzerinde bir not: “Vefat üzerine Dergâh’ta yazdığım hissiyatı-
mı kaybettim. Onun için bu yazıyı gönderiyorum. M.K.”
Nurettin Topçu büyük bir mütefekkir, tavır sahibi bir dava
adamı ve edebî ürünler de veren üslup sahibi bir yazardı. Fakat
her şeyden önce herhalde muallimdi. Sınıfı mabet olarak gö-
ren bir muallim... 1974 yılında yaş haddinden emekli olmak
mecburiyetinde kaldığı zaman sınıf mabedinden mahrumi-
yetin hasret ve ızdırapları çabuk kendini gösterdi. Etrafında
talebeleri olmasına rağmen ayakları onu okula, yıllarca emek
verdiği İstanbul Erkek Lisesi’ne çekiyordu. Bir defasında ak-
şam üzeri etrafı da kollayarak okulun kapısına kadar gittiğini,
demir parmaklıklardan bahçeye, sınıflara, binaya baktıktan
sonra döndüğünü talebeleri görmüşlerdi. Emekli olduğun-
da sıhhati gayet iyi idi. Muallimlik hasreti kaderle birleşince
menhus hastalık çıkageldi. Dostları zaten öte tarafta idi, yola
revan olmakta tereddüt geçirmedi. Yıllar önce Celal Hoca’nın
vefatının ardından yazdıklarıyla meğer kendisini anlatıyordu:
“Vefakârlık ve dostluk duygularının serab olduğu anda bü-
tün bir ömür beklenen, tek vefakâr dost; ölüm gelip yetişiyor.
23 Haşyet: Korku, ürperme