SU GİBİ AKAN
GENÇLİK YILLARI
Hüsrev HATEMİ
- 62 -
Atatürk’ün ölümü gibi bir anılar listesi vardı. Bir Azerbaycan
hanımı olmaktan daha çok bir İstanbul hanımı olarak hayatını
tamamladı. Okuma fırsatı verilmemişti. Hiçbir alfabe ile ilgi-
si yoktu. Urmiye doğumlu olan babaannem (Rubabe Hanım)
ise, tam bir Azeri hanımı olarak yaşadı. Elli yaşına yaklaşmış-
ken İstanbul’a geldiği ve kulakları ağır işittiği için, sadece Azeri
Türkçesi konuşurdu. Ona da okuma fırsatı tanınmadığından
o da hiçbir harfi tanımazdı. Anneannem on iki yaşından son-
ra hep İstanbul’da yaşamış olduğundan, Kerbela ağıtlarını pek
bilmezdi. Ben ve Hüseyin, Kerbela ağıtlarını babaannemizden
dinlerdik. Babaannemin beyninde Kerbela ağıtları ve birkaç
Azeri türküsü kaydedilmişti. Ağıtları mırıldanarak söylerken
sürekli ağlar, “Kaleden kaleye şahin uçurdum” gibi bir türküyü
mırıldanırken gülümserdi. Anneannem ne ağıt ne türkü mı-
rıldanmazdı. Fakat babaannemiz radyo ile hiç ilgilenmediği
halde, anneanne, radyoda “Sarayburnu’nun ufak tefek taşları”
veya “Ada sahillerinde bekliyorum” nağmeleri duyulunca ku-
lak kesilir, zevkle dinlerdi. 1955 yılıydı sanıyorum, Refi Cevat
Ulunay’ın bir kitabında, İstanbul kahvehanelerinde söylenen
bir semainin ilk mısraları verilmişti. “Efendim Hu, nasibim
bu, tecelli taksirat yahu.”
Birader (Hüseyin) anneannemizin İstanbulluluğunu bu mıs-
ralarda test etmek istedi. Ben “Kahvehaneye adım atmamış bir
hanım, bu semaiyi duymuş olamaz.” dedimse de dinleteme-
dim. Hüseyin, anneannemin oturduğu ve uyukladığı sedire
yaklaşarak, “Efendim Hu” deyince, anneanne gözlerini açtı ve