74
Onun evvela kızıydım, yani aramızdaki münasebet,
Tanpınar’ın cümlesiyle söylersek, ilk bakışta
kavranamayacak şeylerdendi, onlar. Ancak ırsiyetin
karanlık nizamında, çözülmesi son derece güç ve
gizli tesadüflerinde aranabilirdi onlar. Genetiğin
labirentleri bir yana, hem talebe hoca hem yazar ve
sekreter hem iki arkadaş olarak, Cemil Meriç’le olan
beraberliğimiz dünyada başka pek az baba kıza
nasip olacak kadar yoğundur.
Bir sürü eski ve yeni dergi ve gazete taranır,
makaleler kesilir, sarı dosyalara konur, küçük
kâğıt fişlerde aklınıza gelebilecek her konuda
nerede neyi bulacağınız belirtilir.
Dosyaların biraz
daha derinine inersek, % 95’i Fransızca dergilerden
kesilmiş makalelerin önsözlerinin Türkçeye çevrilip
daktilo edildiğini, Cemil Meriç’in inci gibi el yazısıyla,
dikkatini çeken ansiklopedilerden veya kitaplardan
yaptığı tercüme metinleri görürüz. Büyük bir
olasılıkla İzzet Tanju tarafından Beylerbeyi’ndeki
evin balkonunda veya Ali Özgüven tarafından
Göztepe’deki evin salonunda okunan ve Cemil
Meriç’in birkaç hızlı tespih darbesinden ve ‘Bir daha
oku evladım’ından sonra Türkçeye tercüme edilen
ve daktilo edilen yüzlerce metin.
Sahaflar Çarşısı kırk haramilerin mağarasıdır.
Nizamettin’in dükkânı, onu bir anda Beyazıt’tan
Paris’e, Londra’ya, Roma’ya uçurur. Çuval dolusu
kitaplar taşınır eve, çuval dolusu dergiler. Dev
bir tecessüsü vardı Cemil Meriç’in, doymayan bir
düşünce açlığı. Belki sadece yazdıklarıyla büyük
değildir, yazmak istedikleri, kendisinin şakacı bir
edayla dediği gibi, heves koyduğu konuların uçsuz