68
Eskiden kitabı gözlerine, yüzüne iyice yanaştırır
neredeyse yapıştırarak okurdu, şimdi onu da
yapamıyordu. Her kitabı bir çiçek, bir kutsal meyve
gibi kokluyor, aldığı derin nefesle kokusunu içine
sindirmeye çalışıyordu. Ben o zamanlar Sahaflar
Çarşısı’nda çalışmaya başlamıştım. Cemil Meriç,
yıllardan beri sahafların müdavimi idi, biliyordum.
Meraklısı için gerçekten cennet olan bu yerden çok
kitap almıştır, özellikle de benim yanında çalıştığım
kitapçıdan edinmiştir bunları. Çarşıda onu sık sık
görürdüm, yanında eşi ya da öğrencileri olurdu.
Şimdi anımsıyorum. Berke Vardar, İzzet Tanju, Ali
Özgüven, Server Tanilli öğrencileri idi. Ya hepsiyle ya
bir ikisi ile gelirdi çarşıya, hoca- öğrenci ilişkilerinin
yer aldığı güzellikler yaratılırdı.
O günlerde Cemil Meriç’in İngilizce öğrenmeye
başladığını da gördüm. Bu dili az zamanda ve
edebiyat konusunda konuşacak kadar öğrendiğini
sanıyorum. Russel’ı gözde yazarları arasına almış,
onun
Felsefe Tarihi
’ni şahane bulduğunuve çevirmeyi
bile düşündüğünü söylemişti.
1950’li yılların sonları, onun için kırılmalar, yeni
arayışlar dönemi oldu. Eskiden beri duyduğu
diyalog kurma isteğini anlayan olmamış mıydı,
Türkiye bir Babil Kulesi miydi? Ona göre, her
kafadan bir ses çıkıyor, kimse kimseyi anlamıyordu.
Yeni bir anayasa vardı, ama toplumun düşünce
dünyasıyinederahatsızdı.Dogmalarasaplanmaktan,
birtakım kavramlara körü körüne bağlanmaktan
ileri geliyor bu, diyordu. Cemil Meriç bütün bilgi