85
dergisini yeniden çıkarmayı düşündükleri bile oluyordu.
Nuri Pakdil adı bir efsane gibi, ulaşılmaz, erişilmez birisi,
mektup bile yazılamaz biri olarak aralarında dolaşıyordu.
Yazının, sanatın önderi Nuri Pakdil’di.” “Yazma işine o
kadar kaptırmışlardı ki kendilerini, insanları yazanlar ve
yazmayanlar şeklinde ikiye ayırıyorlardı. Önemli olanlar
yazanlardı.”
1957 yılı. Yaz gelmiş, okullar tatil edilmiştir. Ancak
bu ekip için yaz tatili yoktur. Hemen her gün bir-
liktedirler. Boyuna yazıyorlar, konuşuyorlar, sonra
yine yazıp yine konuşuyorlardı.
“Nuri Pakdil adı her
gün onlarlaydı. Onu tanıyan Erdem, Nuri Pakdil bu yaz
Maraş’a gelecekmiş, söz veriyorum onu size göstereceğim,
dedi.”
Tanıştıracağım değil, “göstereceğim” dedi.
Nitekim dediği olur.
“Her zamanki gibi, hepsi birlik-
te, Yıldız Sineması’nın önünden geçerken Erdem ansızın
atıldı, durun, dedi. Çocuk bahçesinin önünde giden, ka-
fası usturayla kazıtılmış, bembeyaz parlayan ve tek başı-
na yürüyen genç bir adamı gösterdi: İşte bu Nuri Pakdil,
dedi. Hepsi de şaşırmıştı. Yanına gidip konuşmalarına
imkân yoktu. Kendileri kim oluyordu ki Nuri Pakdil’le ko-
nuşsunlar. Onu hayranlıkla izlediler.”
Peşinden gittiler,
takip ettiler.
“Şehir kütüphanesine girdi, bir kitap aldı.
Bir süre okudu. Hiç kimseyle ilgilenmiyordu.”
Maraş günlerinde bu gençler için şiir ve hikâ-
ye
Hamle
’ye,
Hamle
, Nuri Pakdil’e dönüşmüştür.
Böylesine hayranlıkla izledikleri Pakdil’le ileride bir
dergi çıkaracakları hiçbirinin aklından geçmemek-
tedir. 1958’den 1969’a, on bir yıl sonra.
İşe başladıklarında ders kitaplarındaki şairlerden