76
tüm metinleri görselleştirmek de gerekmez. Ayrıca,
her metni sinemanın olanaklarıyla sunmak da kolay
değildir. Başarısını dile borçlu olan bir metni, aynı
ölçüde sinemaya aktarmak çok zordur. Çünkü, yet-
kin bir edebiyat metnini aktarmada sinemanın göre-
ce yetersizliği her zaman söz konusu olmuştur.
İyi bir edebiyat yapıtını sinemaya başarıyla uyarla-
mak; Şeyh Galib’in
Hüsn-ü Aşk
’ını İngilizceye çevir-
mek kadar zordur.
Sinema - edebiyat ilişkisi tartışılırken şöyle bir temel
yanlışa da düşülür: Edebiyat derken gerçek okurun
bilinçaltında daha önemli yazarların, daha soylu
denebilecek yapıtları vardır. Sözgelimi; ‘avm’ler-
de, garlarda, limanlarda, büfelerde, yolculuklar
için satılan kitaplar da, satış rekorları kıran hida-
yet romanları da, sosyalist düşüncenin ucuz köylü
romanları da hiçbir zaman edebiyat kavramı içine
alınamaz. Sinema denildiğindeyse böyle bir ayrım
yapılmaz; görülen bütün filmler sinema terimine
dâhil edilir. Oysa, bu filmler arasında düzey, ente-
lektüel olup olmama, tür farkları gibi farklar yok-
tur; bunların arasında bir doğa, bir yapı farkı vardır
âdeta. Sözgelimi, bir
Ulis’in
Bakışı
’yla bir
Zor Ölüm
3
arasında, bir
Full Metal Jacket
ile
Apollo 13
arasın-
da, Kieslowski’nın filmleriyle
Terminatör
filmleri
arasında ne tür bir benzerlik, ne tür bir bağ vardır?
Bunların hepsi film olarak kabul edilir; ama bun-
lar arasında bir doğa, bir yapı farkı olduğu da göz
önünde tutulur. O zaman şöyle bir sonuca varıla-
bilir: Bazı filmler kesin biçimde iyi senaryo ya da
sağlam öykü denilen şeye dayanacaklardır ve bu