114
“Akdeniz kıyılarından İstanbul’a hicret etmiş bir
ailenin kızı. Babamla evlendiği zaman ondört-onbeş
yaşlarında... Babam da onaltı-onyedi... Annemin
tarafı, Aksaray’da, birkaç odalı eciç bücüç bir ahşap
evde otura dursun, ‘’Deli Fazıl!’ lâkaplı babam
saldırganlığını o hâle getirmiş ki, annem gibi, aynı
Akdeniz memleketinden olan cici annem, bir yakını
ve dört memleketlisi tarafından Aksaray’daki eciç
bücüç evin ondört-onbeşlik bakiresini haber almış...
Kayıtsız ve şartsız teslimiyet örneği, derin ve fedakâr
Müslüman-Türk annesi timsâli mübarek kadın, bu
garip izdivaca razı olmuş. (3.16)
Kocasının çılgınlıkları yüzünden, bu evlilik genç
kadına azap kaynağı hâline gelmiştir: “Öyle ki,
babamın tavrı, anneme tahammül edemediği
zamanlar ‘götürün!’ diyor; çocuk kadını, konağa
yakın bir tarafta tuttukları bir evciğe taşıyorlar. Sonra
‘getirin!’ diyor; yaka paça konağa döndürüyorlar.
Annem, uğultulu konakta en hatırlı hizmetçilerden
bir derece daha üstün, aslî kadronun en küçüğünden
de bir derece aşağı ve herkesin gelgit emrine memur
acı bir mazlumluk hayatı sürüyor ve bütün ümidini,
doğurduğu erkek çocuğa bağlıyor. Bana... (3.17)
Yetmiyormuş gibi, başka düşmanları da vardır:
Büyüklerle masa başındayken. ‘Yenge Zehra
Hanım’ isimli, ciciannemin dalkavuğu, beyaz
saçları kınalı şımarık ve yüzsüz acuze”; ‘Bırakın
şu veremli kadını!’ der. Ahmet Necip, elindeki
çekirdeği kadının gözüne nişanlar: Çekirdek ‘tınnn’
diye annemi babama boşatmak isteyen acuzenin
altın çerçeveli gözlüğüne çarpıyor. Emniyet Amiri
dayıma, kardeşine edilen hakareti hıçkıra hıçkıra
anlatıyorum. (2.101)