SU GİBİ AKAN
GENÇLİK YILLARI
Şûle Yüksel
ŞENLER
- 42 -
diye ne işi idi hatırlayamıyorum, memuriyetten ayrılmıştı bir
yokluk dönemi yaşadık. Fakat o kadar enteresan bir durum
ki annem rahmetli bütün sıkıntımıza rağmen giyiminden
kuşamından ve her zamanki o vakur halinden tâviz verme-
meye çalışıyor... Bir döpiyesi vardı grili-beyazlı, hem misafir
karşılarken hem misafirliğe giderken giyerdi. Her yere onunla
gider, makyajını yapar, durumumuzu belli etmezdi. Hep aynı
elbiseyi giydiğini ondaki o hanımefendilik, tevazu ve onurlu
duruştan kimse fark etmezdi sanki. Tabii bugünkü hazır gi-
yimler, elbiseler yok o zamanlar, terziye diktirilirdi. Bana da
yünden bir tulum diktirmişti. Pijama altı gibi ama bilekten
lastikle büzgülü, yünlü, kış gününde giyilecek. Onu giyiyor-
dum, üstünde önlüğüm, o da yıpranmış, yenisini alamamışız...
Ve ayakkabılarım da hatırladığıma göre bayağı eskiydi. Sınıf
öğretmenim de bunun farkında. Annemle tanışıyorlar, görü-
şüyorlar; sonunda bir gün dertleşiyorlar, bu durumu anlayın-
ca, anneme “Ne derseniz deyin Ümran Hanım, ben Şûle’yi yar-
dım görenler arasına yazdıracağım”, diyor. Annem çok incini-
yor, üzülüyor. “Ne olur” diyor öğretmenim anneme, “Siz gurur
yapacak insan değilsiniz, biraz yardımcı olalım.” Böylece beni
yardım görenlerin arasına yazıyorlar. Yemekhanelerde fakir
talebelere yemek veriliyordu. Diğer talebeler evden sefer tası
ile yemek getiriyorlar. Çünkü hem sabah hem öğlen, gün boyu
tek tedrisat devam ediyordu okulumuz. Biz fakir grubundaki
öğrenciler, aşağıda, yemekhanede yiyorduk. Ama şu çok hoş
bir hatıramdır; bunu da bütün öğretmenlere, müdürlere ib-
ret olsun diye söylüyorum. Bir başöğretmenimiz vardı. Olgun