166
duygusunun derecesiydi. Başkasının hakkının ken-
dine geçip geçmemesinden endişe eden, lüks, israf
ve gösterişten kaçan, emeksiz kazançtan rahatsız
olan insanlar çoğunluktaydı. Zenginlerin malının
bekçiliğine indirgenmiş devletten, sosyal devlete ge-
çiş için okumalar yapılan bir çağ özlemi vardı.
Sezai Karakoç,
Monna Rosa
şiiriyle 1980 kuşağının
aşka ve kadına bakışını derinden etkiledi. Çünkü o
kuşak, iki darbe arasında büyüyen, kolejlerde oku-
mayan, Cahit Külebi’nin
Hikâye
’sindeki köylerde
doğan, asla konuşamayacakları kızlara sevdalanan,
Yılmaz Güney gibi bakıp Orhan Gencebay gibi ef-
kârlanan, ilkin susmayı öğrenip Nâzım Hikmet’i,
Ahmed Arif’i içinden okuyan;
‘verdiği sözlerde mah-
sur kalan
’, ‘
alın yazısında bile tashih çıkan’
delikanlıları
temsil ederdi.
Monna Rosa
, zannedildiğinin aksine, sadece İslam-
cı gençli- ğin şiiri değildi. Sezai Karakoç’tan haberi
olmasa da
Diriliş
düşüncesinin çok uzağında bulun-
sa da
Monna Rosa
o yıllarda solcuların da dilindey-
di. Sözgelimi, Yılmaz Güney bile sevgilisi Nebahat
Çehre’ye aşkını bu şiirle anlatırdı.
119
Monna Rosa
’dan sonra kadın, Karakoç şiirlerinde ar-
119
Gazeteciler, Yılmaz Güney’i Ayazpaşa’da Birsen Menekşeli ile oynadığı
Marmara Hasan
filminin setinde çalışırken bulmuştu. Rol gereği siyah
kıvırcık saçları hafif beyazlatılmıştı... Yüzünde üzgün bir belirti vardı.
Gazetecilerin olay hakkındaki sorusuna şu dizelerle karşılık vermişti:
‘Benim aşkım sığmaz öyle her saza, /En güzel türküyü bir kurşun
söyler’
‘Bu
benim aşkımı, sevgimi özetler.’ diye eklemişti Yılmaz Güney. ‘Neba-
hat’la ayrılmamı hep yazarlar, söylerler. Onlar yazar, ben okurum. Ayın
29’unda mahkeme varmış diyorlar. On bin defa mahkeme olur, durum
yine düzelir. Bugün aramızda bir dargınlık var, bir krizdir bu, gelip
geçici...’ / Sıddık Akbayır;
Kalpzaman Yeşilçam
, Cumhuriyet Kitap Eki, S.
1046, 4 Mart 2010.