171
oluşturması sanırım, bu etkiyi güçlendirdi. Çünkü
dışarıda hâlâ akıp giden bir hayat var, güzellikler,
iyilikler var, gül bahçelerinin kokuları var... Gürül-
tüyü düzene sokan
Monna Rosa
mısraları, dışarıdaki
düzenin de habercisiydi sanki. Şiir bana hayatla ya-
kından ilgili görünmüştü o anda.
Daha sonraları Karakoç’u başka bir algıyla okumaya
başladım. İsyankâr ruh hâlim, hayatın akışı içinde
ritm değiştirdi. Karakoç’u artık daha yerli yerinde
anlamaya başladığımı söyleyebilirim.”
122
Sezai Karakoç’u Okumuş Olarak Şiir Yazan Kadınlar
Ruhu inkâr edildikçe kadın, erkeğin temsil ettiği
kültürün içinde bir yer tutmayı bir ülkü olarak be-
nimser. Aynı şekilde, ruhsal bir varlığa dönüştü-
rüldükçe de kadın, ‘Ben bir insanım, düşünen, akıl
yürüten bir insanım!’ diye bağırmasına yol açan tep-
kiler biriktirir.
Bütün mistik geleneklerde tazeliğin, gençliğin, ka-
dın zarafetinin ve genel olarak güzelliğin bir simge-
si, eğretilemesi, alegorisi ya da teşbihi olarak belirir
gül. Umberto Eco, bu konuda şu tespiti yapar:
‘Bir
nesneye veya kavrama aşırı anlam yükleme bazen anla-
mın içinin boşaltılmasına sebep olabilir. Öylesine anlam
yüklü, simgesel bir nesnedir ki gül, Eco’ya göre artık hiç
bir anlamı yoktur.
123
Yine de gülün temsil kabiliyeti
sürüyor olmalı ki Eco bile başyapıtının adını onsuz
düşünemez ve
Gülün Adı
koyar.
122
Umberto Eco;
Yorum ve Aşırı Yorum
, 2. Basım, Çeviri: Kemal Atakay,
Can Yayınları, İstanbul 1997.
123
Cihan Aktaş; a.g.y.