SU GİBİ AKAN
GENÇLİK YILLARI
Arif AY
- 136 -
süre sonra gözlerim açıldı. Teşhis: Açlık nedeniyle baygınlık…
Hastaneden çıkar çıkmaz Kemal ağabey beni bir lokantaya gö-
türdü ve kaç günden beri aç olduğumu şimdi benim de hatır-
lamadığım açlığımı giderdi.
Bilal-i Habeşi’nin evrensel sesinin yedi tepeden yükselerek
İstanbul göğünde çınladığı an. Nuri Pakdil, çoktan daktilo-
sunun başında, kurşundan sözcükler düşürmekte kâğıda.
Daktilosunun sesini Bilal’in sesiyle buluşturduktan sonra kı-
yama durmuştuk. Sonra güneşle birlikte satırlar da yükselir
ak kâğıtta. Bir siper daha kazanılmıştır. Bir kale daha tahkim
edilmiştir. Güne böyle başlamıştır yazar, daha doğrusu gün,
Nuri Pakdil’le başlamıştır. “Sayın Ay, spora hazır mıyız? Eller
yukarı, bir, iki, üç. Bacaklar gergin, dört, beş, altı. Sağdan sola
yay çiziyoruz efendim. Hop, yedi, sekiz, dokuz. Doğruluyoruz
Sayın Ay. Haydi, on, on bir, on iki. Derin nefes al. Haydi kah-
valtıya! Çay tavşankanı.” Pencereden dışarı bakıyor: “Hava ka-
dın gözü, Sayın Ay.” Evet, hafif bir yağmur çiseliyor.
Ankara’dan uçakla gittiğimiz Antep’ten Maraş’a geçiyoruz
Nuri Pakdil’le. Maraş’ta Işık gazetesinin sahibi Şeref Turhan’ın
otomobilindeyiz. Bir yandan taze Antep fıstığı yiyor, bir yan-
dan da otomobilin kasetçalarından Fransızca bir şarkı dinli-
yoruz. Tabii, Fransızcanın aşkına Paris sohbeti koyulaşıyor.
Birden Maraş’tayız. Fransızca da Fransız da yok artık. Sütçü
İmam çoktan kovmuş onları.
Bağdat Caddesinden Bostancıya doğru yürüyoruz. Karşı
yönden gelen bitleri, yani otomobilleri sayıyor Nuri Pakdil.