107
lebildiği hep şaşırtıcı olmuştur. Cahit; basit, resimli
çocuk hikâyeleri okurdu. Tesadüfen bizim “kuram-
sal”, bu kelimeyi tırnak içine alalım, evet “kuramsal”
sohbetlerimiz başladığında Cahit ya oralı olmaz
ya başını alıp giderdi. Mesela bir tarihte kendisine
Dosto’nun
Budala
’sını vermiştim. Cahit’e her de-
fasında soruyordum, bitirdin mi, diye. Cahit, “Bu
hafta iki sayfa okudum, bu hafta üç sayfa okudum.”
diye geçiştirirdi. O kitabı bile okuyup okumadığı
meçhulümdür. Edebiyattan anlayan bir arkada-
şı, bir gün kendisine şiirlerinin ve düzyazılarının
Rilke’ninkilere benzediğini söylediğinde, Cahit’in
bu şairin adından başka hiçbir şeyini duymadığı-
nı öğrenmiştik. Fakat ne garip tecelli, yıllar sonra
Cahit, Rilke üzerine bir mezuniyet tezi hazırladı.
Gene ne garip tecellidir ki, Rilke üzerine mülahaza-
ları, kelimeyi kullanmaktan çekinmeyeceğim, bir-
takım dar kafalı profesörler tarafından bilimsel ol-
madığı gerekçesiyle geri çevrildi. Ama ben eminim
ki, Cahit’in Rilke üzerine görüşleri, bütün o bilimsel
görünen hırdavattan çok daha derin ve anlamlı ol-
malıydı. Bunları söylerken abarttığımı düşünmüyo-
rum. Okumaz görünen Cahit, Fuzûlî’den birçok şiir
ve beyit ezbere bilirdi. Hastalığı esnasında bir defa-
sında durup dururken Fuzûlî’nin bir gazelini baştan
sona okudu.
Rilke’yle bence bir etkilenme söz konusu değil. Bir
benzeşme hissediliyorsa bunu aynı tınıda, rezonans-
ta olmakla açıklayabiliriz. Çok kişiye tuhaf gelebilir.
Cahit’in kendine özgü şiir atmosferi vardı, bizle de-
ğilken de kendine özgü karakterini nebülöz hâlinde