145
tan inen merdivenlerin başında görünür. Konuğunu
alır odasına götürür. Ziyaretine gidilen kişi gelme-
den bırakılmaz içeriye. O da, isterse girişteki otur-
ma bölümünde konuk eder geleni, isterse odasına
götürür orada görüşür. “Birçok defalar gittim bu
binaya. İlk zamanlar girişte konuk ederdi şair beni.
Sonra odasına götürmeye başladı.
-Radyoevinin giriş
kapısında iki asker nöbet tutardı o sıralar.
Yıllar sonra-
ki tekrar gidişlerimde yoktu o askerler.
-
İç içe kapı-
larla girilen bir bölmedeydi onun mütevazı masası.
İlk gidişlerimden birinde, bir şiir dosyası teslim etti
bana. İçinde yirmi kadar şiir vardı. “Her gün bir şiir
yazıyorum. Derginin her sayısına birer tane koyar-
sın.” dedi.
Yönelişler
dergisi için de şiir sözü vermiş:
“İçinden kendi seçeceğin iki tanesini ayır o arka-
daşlara ver.” Ben şaşkındım. İnsan ardı ardına her
gün bir şiir yazabilir miydi? Bu hayretimi şaire de
söyledim. Güldü; “Biz şiirin memuruyuz beyefendi,
dedi
-neşeli olduğunda; “beyefendi” diye takılırdı bana-
.
Bu sözü farklı bir şekilde, birkaç yıl önce, derginin
Ankara’daki bürosunda da söylemişti. Girip çıkanla-
rın eksik olmadığı yazı odasında, bir köşedeki kendi
masasının başına oturmuş yapılan konuşmalardan
da geri kalmadan, arada daktilosuna takılı kâğıda
dönüyor, oraya bir şeyler yazıyordu. Bir ara ne yazı-
yor diye önündeki kâğıda baktım: O ayki sayıya ko-
yacağı şiiri, yarı yarıya yazılmış hâlde, şairin kendi-
ne tekrar dönmesini ve bir iki dize daha ilave etme-
sini bekliyordu. “Bu şartlarda nasıl şiir yazabiliyor-
sunuz ağabey?” diye sordum, hayretle. “Biz ilhamı
ele geçirdik beyefendi, istediğimiz zaman emrimize
giriyor.” dedi.
Yaşamak
’ta, bu iki sözü tamamlayan