98
aradan yirmi altı
yıl üç ay geçti. Sonuç benim açımdan ve benim bek-
lentilerim açısından pek parlak değil. Aslına bakar-
sanız, sonucun parlaklıktan uzak kalmasını ben is-
tedim. Bidayetten itibaren basın hayatında kendine
yer açmak isteyenlerden biri değildim. Eğer nefsanî
tatmin söz konusuysa edebiyattaki yerim buna ki-
fayet ediyordu. Üstelik neye emek verdiğimi anla-
mayan insanların benim adımı ağızlarına almaların-
dan oldum olası büyük bir rahatsızlık duyarım. İlk
yazımda dedim ki kitle iletişim araçları vesilesiyle
yazı işine giren bir Müslüman’ın vazifesi dikkate
değer şeyler yazmak değil, yazdıklarıyla dikkatlerin
Kur’an-ı Kerim’de yoğunlaşmasını sağlamaktır.
Dikkatler benim yazdıklarım vesilesiyle Kur’an-ı
Kerim’de yoğunlaştı mı? Hayır, hiç öyle olmadı.
Meseleye “itibar” açısından bakarsanız yirmi altı
senelik gazete yazarlığım pek parlaktır. Meseleyi
önümüze “hakikate yönelmek” hassasiyetiyle ko-
yarsak ortada tam bir fiyasko vardır. Demek ki gir-
diği yazı işinin altından kalkamamış bir Müslüman
sayılırım. Neden? Şimdiye kadar elimden, dilim-
den ve sair azalarımdan ne kadar gâvurluk (!) sa-
dır oldu ise hepsinin bir alıcısı çıktı. Gel gelelim,
Türklüğüme müşteri bulamadım. Bu başarısızlığı
devam ettirerek daha çok rezil olmaya katlanamam.
Şimdiye kadar gazete yazarlığı dolaylarındaki işi
kovalamamın sebebi sabır göstermemdi. Sabır dedi-
ğimiz şey sonu olan bir şeydir. Zamanı gelince sabır
taşar. Belli şartlar oluştuğu hâlde sabrı taşmayan in-
san eğik bir boyunla ve mağlubiyetle yaşamayı se-